Haberler, Yorumlar...

Engelli Sporcular İstanbul'da Salon Bulamadı!
(Radikal, 15.02.2010)


İSTANBUL - Karşılarına çıkan bütün engellere karşın varlığını sürdüren ve Trakya’nın tek engelli spor kulübü Kırklareli Bedensel Engelliler Spor Kulübü, İstanbul’da 10 gün antneman yapacak bir spor salonu bulamadı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Tekerli Sandalye Basketbol Ligi’nde 1. lige çıkan kulübe verdi yanıt şuydu: “Olmaz...Tekerlekler spor salonuna zarar verir.”

‘104-0’dan şampiyonluğa
Kırklareli Bedensel Engelliler Spor Kulübü 2003 yılında kurulmuş ve Trakya ’nın ilk ve tek engelli spor kulübü.. Kulüp yetkililerinin verdiği bilgiye göre, bugüne kadar tüm ilgisizliğe rağmen tek başına ayakta kalmayı başarabilmiş ender kulüplerden... Kulübün bugüne kadar yaşadığı sorunlarla ilgili eski Kırklareli Bedensel Engelliler Spor Kulübü Başkanı Erol Gökçe özetle şunları söylüyor: “Kulübümüzün Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, kurulduğu yılda , tanesi 5 bin lira olan tekerlekli sandalyelerden temin edemediği için rakiplerinin verdiği ödünç sandalyeler ile mücadele ederdi. Yeniliyor ancak pes etmiyorduk. 2003’te üç aylık bir kulüpken, ligdeki ikinci maçımızda 104 - 0 yenilmiştik. ‘Üzülmeyin, yenile yenile, yenmesini öğreneceksiniz’ demişlerdi. Gerçekten yenile yenile ve antrenman yapacak salon bulamamıza rağmen birinci lige yükseldik. Beşinci sezonda yetiştirdiğimiz sporcuların yanına , İstanbulda yaşayan altı sporcuyu da kadromuza kattık. Bu sporcuları ancak hafta sonları Kırklareli ’ne getirip, iki gün idman yaptırabiliyorduk. Kırklareli’de spor salonunu kullanabiliyoruz. ”

Ancak özverili çalışmalara karşın kulübün halen önemli sorunları var.
Eski Kırklareli Bedensel Engelliler Spor Kulübü Başkanı Erol Gökçe, kulübün İstanbul’da ikamet eden tekerlekli sandalye basketbol takımı sporcularının ve antrenörlerinin, salonların birinden, 10 gün ve günde iki saat yaralanabilmesi amacıyla, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Spor A.Ş. Okul Spor Salonları Genel Koordinatörlüğü’ne iki kez başvurdu. Gökçe ilk başvurusunu, 23 Mart 2009 tarihinde Kırklareli Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü kanalıyla, diğerini ise 13 Mayıs 2009 tarihinde bizzat kulüp tarafından yaptı.

İ.B.B. Spor A.Ş. Okul Sporları Salonları Genel Koordinatörlüğü şu yanıtı verdi: “120 okula 120 spor salonu projesinde Okul Spor Salonları, ders saatleri içerisinde okul öğrencilerine, ders saatleri dışında çevre halkına kullandırılmak suretiyle yapılmıştır... Salonda yapılacak olan çalışmalarda, spor salonu ve donanımlarına zarar vermeyecek branşların seçimine, salonu koruma adına büyük önem vermekteyiz. Bu sebeplerden dolayı ilgili yazınızdaki tekerlekli sandalye basketbol çalışmalarınız ile ilgili talebinize üzülerek olumlu cevap verememekteyiz.”

O dönemde, tekerlekli sandalye basketbol takımlarının 26 Mayıs 2009 tarihinde Tekerlekli Sandalye Basketbol 2.Ligi A Grubu’nda, grup ikincisi olarak Play Off müsabakalarına katılmaya hak kazanmış olduklarını belirten Gökçe; “İstanbul’da ikamet eden tüm gençlerin yararlanabileceği salonlardan, tesislere zarar vereceği gerekçesiyle engellilerin yararlanamamasının nedenini anlayamadık. Sadece 10 gün için, salonlardan sadece birini kullanma ihtiyacımız vardı. Düştüğümüz zor durum karşısında ligden çekilmeyi bile düşünmüştük” dedi.

Konuyla ilgili Spor A.Ş. yetkilileri şunları söyledi: “Tekerlekli sandalye basketbol oyuncularının parke zeminde çalışmaları gerekiyor. Salonlarımızın kauçuk ve pvc kaplı. Zarar görme ihtimali yüksek. Lastikler ince ve üzerinde 70- 80 kiloluk biri olduğunda lastiklerin yüzeye uyguladığı direnç fazla oluyor ve sandalyelerin tekerlekleri, zemin üzerinde siyah ve yeşil iz bırakıyor... Projeyi biz Milli Eğitim Müdürlüğü’ne devrettik. Devam etseydik engellilere yönelik organizasyon yapacaktık.”

‘Tekerlekler zarar vermez’
Saran Anadolu Yakası Engelliler Spor Klübü Baş Antrenörü Selim Savaş Akarsu konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Tekerlekli sandalye basketbolunda sandalyelerin tekerlekleri kaucuk ve pvc zemine zarar vermez ancak parke zemin eğer yeni cilalanmış ise cilayı matlaştırması anlamında zarar verebilir. Dış lastikler özel malzemeden yapılıyor. Tanesi 75 ile 150 lira arasında değişiyor. Zemine zarar vermeyecek türden. Ayakkabılar ne kadar zarar veriyorsa, bizim lastiklerimiz de ondan yüzde 10 daha fazla zarar verebilir.’ (Radikal)
------------------------------------------------

HALİÇ YARI MARATONU 25 NİSAN 2010'da!

------------------------------------------------

NE OLUYOR BİZE?!
Ali Sirmen
Cumhuriyet, 22.12.2009

- Zamanlar mı bozuldu, yoksa bizler mi çürümekteyiz? Bir şeyler olmakta, ama gerçekte neler oluyor bize?!.. Nedir bu sergilediğimiz utanç görüntüsü?

Geçen gün Mecidiyeköy metrobüs durağında gösteri yapan Özürlüler Derneği üyelerine, orada bulunan, kendilerini normal sanan ama gerçek özürlüler olan vatandaşlarımızın tepkisi, bütün toplum adına utanç vericidir.

Gösterinin amacı, metrobüs duraklarında engelli asansörlerinin çalışmaması, duraklara engellilerin ulaşımının kolaylaştırılmasını sağlayacak önlemlerin alınmaması gibi hususlara dikkati çekmek.

Tabii ki gösteri, trafiğin aksamasına neden olmuş ve gideceği yere 5 dakika geç kalma durumuyla karşılaşan, kendilerini normal sanan kimi zekâ ve bilinç özürlü yurttaşlarımız engellilere tepki göstererek,

- Evinizde kalsaydınız, sokağa çıkmasaydınız, diye bağırmışlar.

Kimi kafası çalışmayan, ama eli kolu tutanların tehlikeli hal alan tepkileri karşısında endişelenen ve orada bulunan polise başvuran engellilerimiz aynen şu yanıtı almışlar:

- Siz başlattınız.. niye yardım edelim!

***

Önce, “Evinizde kalsaydınız! Sokakta işiniz ne?” diyen zekâ özürlülere bir çift sözümüz var:

- Çıkmıyorlar zaten efendim. Engellilerimiz sokağa falan çıkmıyor, çıkamıyorlar.

Dünyanın birçok yerini gezmiş, uygar diye sınıflandırılan ülkeleri görmüş bir kişi olarak belirteyim ki, ilk bakışta, bizdeki engelli sayısı ve oranı gelişmiş ülkelerden az sanılır. Çünkü sokaklarda fazla engelliye rastlamayız. Oysa bu izlenim yanlıştır.

Bizde engelli sayısının azmış gibi görünmesinin nedeni, engellilerimizin sokağa, yaşama, çalışmaya, eğitime ulaşmalarının güç olmasıdır.

Yollar, kaldırımlar onlara uygun değildir; kamu binalarında, bütün uygar ülkelerde var olan, yaşamlarını, ulaşımlarını kolaylaştıracak önlemler alınmamıştır.

Kaldırımlar bile, sonradan görme ham ervah tufeylilerin arabalarını park etmelerini önlemek için, o kadar yüksek yapılmıştır ki, değil bir engelli, yaşlılar bile onları rahatlıkla kullanamazlar.

Oysa uygar ülkelerde, onların noksanlarının doğurduğu engelleri giderecek olan kimi çok basit önlemler alınmış; böylelikle onların yaşama, üretime, kültüre, sanata, yaratıcılığa ulaşmaları sağlanmıştır.

Şu ilkeyi unutmamak gerek.. engelliyi engelli yapan, yalnızca doğal durumları değil, aynı zamanda toplumun sosyal tutumudur.

***

Küçük önlemler ile onların yaşama ulaşımlarını sağlamak mümkündür. Bu davranış yalnızca insancıl olmakla kalmayıp aynı zamanda da faydacıdır. Çünkü onları üretken kılmakta toplumsal yarar vardır.

Unutmayalım ki, çağımızın en büyük beyinlerinden biri olan Stephen Hawking kas hastası bir engellidir.

Maalesef Türkiye, engellilerinin yaşama ulaşımı (acessibilitiy) konusunda çok geri kalmıştır.

Sorun sanıldığından daha büyüktür, çünkü bugün Türkiye’deki engelli sayısı 8.5 milyondur. Yani toplumun yüzde 12-13’ü engellidir. Yakın çevreleriyle birlikte ele alındıklarında, engellilik sorununun nüfusun üçte birine ulaştığı görülmektedir.

Şimdi bir çift sözüm de, yardım isteyen engelliyi tersleyen, bilinçsiz polis memuruna:

- Gösteri yapan engelliler, yasal haklarını istiyorlardı çocuğum; ama sen bunun bile farkında değildin, olamazdın.. çünkü sende ne o bilinç ne de vazife duygusu var...

Evet, 2005 yılında çıkan 5378 Sayılı Yasa, engellilerin yaşama erişiminin kolaylaştırılması için devletin yükümlülüklerini belirtiyor. Bunların yerine getirilmesi zaman alacağından, yasa üç yıl sonra yürürlüğe girecek; ama emin olabilirsiniz ki devlet, uluslararası anlaşmalarda altına imza koyduğu yükümlülüklerini yerine getirmek için şimdiye kadar bir şey yapmış değil.. bu gidişle 3 yıl sonra da bir şey olacağı yok. Metrobüs olayı bunun en güzel kanıtı.

Özürlüler Vakfı Başkanı, gösterilerine beş dakika bile tahammül edemeyen insanlar ve kimi polis memurlarına karşı bilinçli davranmış ve esefle şunları söylemiş:

- İnsanlarımızı bilinçlendirmeliyiz.

Şimdi söyler misiniz bana, o gün Mecidiyeköy durağındakilerin içinde kimler gerçek özürlülerdi?..

---------------------------------------------------------------------------------


"ÖZÜR DİLERİZ, SOKAĞA ÇIKTIK"
Canan Kızılaltun
Radikal İki, 27.12.2009


Şimdilerde canımı acıtan her cümleye yabancılaştığımı hissediyorum. Bu yabancılaşma halimin beni götürüp çarptığı bencillik, duyarsızlık duvarlarından da hiç haz etmiyorum. Yazının başlığındaki cümle o kadar canımı acıttı ki, tuhaf bir biçimde mutlu oldum canım acıdığı için. Hani acıtmayacak gibi de değil ki “özür dileriz sokağa çıktık” cümlesi. Hani yoktur ki aslında ötesi.

Son yıllarda ne kadar sık kullanır olduk değil mi “farkındalık” kelimesini? Ama ne kadar içselleştirdiğimiz muamma. Benim de sıkça kullandığım bir sözcük, sadece hakkını vermeye çalışıyorum “diğerlerinden” farklı olarak. Geçen hafta İstanbul’da Mecidiyeköy Metrobüs durağında sakatların yaptığı eylemde yaşananlar, “farkındalık” kelimesini bir kez daha düşünmeme ve kurcalamama sebep oldu. “Bilinç” olarak adlandırılıyor ve “bilinç” kelimesi üzerinden tanımlanıyor. Yalnız benim “farkındalık” anlayışıma en yakın tanımlama ya da yaklaşım şu oldu. Fizikçi roger person’a göre bilinç, fiziksel olarak yanına yaklaşılması gereken ve bilimsel bir kavram. Person bilinci, tanımlamadan ziyade tarif edilmesinin daha uygun olacağını belirterek, aktif ve pasif olarak iki parçaya ayırıyor. Renk armonilerinin algılanmasının farkındalıkla birlikte pasif olarak kabul ederken, bilincin özgür irade ile iş görme yeteneğini de aktif kısım olarak ele alıyor. Anlayışı bu ikisi arasına yerleştiriyor ve farkındalıkla anlayışın ayrılamayacağını, eğer farkındalık olmazsa anlayıştan bahsetmenin anlamsız olduğunu belirtiyor. “Bilinç”in tanımını da “farkındalık”la eşanlamlı olarak kabul ediyor. Yine zekâyı da anlayışa bağlıyor. Sakatlarla ya da şiddet mağduru kadınlarla ilgili konuştuğum zamanlarda genelde bu örneği anlatıyorum.

Engelli mimarisi
Misal her gün eve, işe giderken ya da alışveriş merkezinde gezinirken birçok hamile kadın geçer yanıbaşımızdan ve biz hiç fark etmeyiz. Ne zaman ki kendimiz hamile kalırız, işte o zaman yanımızdan geçen hamile kadınları fark ederiz. Ya da etrafımızda birçok sakat insanı fark ederiz de ne zaman ki kendimiz sakatlanırız o zaman anlarız aslında otobüslere binmenin ne kadar zor olduğunu. Hatta bazen imkânsız olduğunu. Farkındalık yani anlayış ya da akıl tam da böyle bir şey.

Nedense kendimiz yaşamadan farkına var(a)mıyoruz birçok şeyin. Ama sanırım en önemlisi ve becermemiz gereken şey, kendimiz yaşamadan tüm bu durumları fark etmek ve anlamak. Örneğin kendisi sakat olan ya da çocuğu, eşi sakat olan bir mimarın çizdiği bina ile olmayanın çizdiğinde mutlaka farklılıklar olacaktır diye düşünüyorum. Kendisi sakat olan mimar muhtemelen kendi yaşadıkları üzerinden kendi farkındalığı yani bilinci üzerinden çizecektir projeyi. Mutlaka sakatlar için merdivenler, asansörler, tuvaletler ekleyecektir. Sakat olmayan bir mimar da bütün bunları düşünmeyecektir bile, ki hâlâ yeni inşa edilen birçok binada (tüm yasal zorunluluklara rağmen) bütün bu gereklilikler göz ardı ediliyor.

Sakatlar ile ilgili toplumsal farkındalıklar, görünürlükler çoğaldıkça “engelli mimarisi” diye bir alan bile duymaya başladık. Sakatların da düşünüldüğü projeler. Ve ulaşım. Kaldırımlar. Sokaklar... Otobüs, metrobüs durakları. Toplu taşıma araçları. Bunların hiçbiri sakatlar düşünülerek tasarlanmaz. Görünen o ki toplumsal farkındalığımız, kamusal kentsel farkındalığımız hâlâ gelişmemiş durumda. Sakatlar için gündelik yaşama karışmak ve adapte olmak yeterince zor iken bir de yani sakat olmayanların yaptıkları fiziksel sakatlıklarla hayatlarımız daha da yaşanılmaz hal alıyor.

Sokakları, kaldırımları, otobüsleri, metroları, ışıkları, yolları, geçitleri tasarlarken, yaparken, yaptırırken sakatmışız gibi bir farkındalıkla, bilinçle, anlayışla yapmamız gerekiyor. Evden çıktıkları an yani evden çıktığımız an sorunlar başlıyor. Tabii çıkabilirsek. daha apartmanınızda asansör yok ise ve eviniz de beşinci katta ise bittiniz demektir. Çıkmayın sokağa daha iyi değil mi? Oysa sokakları hepimiz eşit kullanabilmeliyiz. Kaldırımları da. Metroyu da. Otobüsleri de. Ama kullanmak mümkün değil. Sakatlar için verilen o ücretsiz ulaşım kartları da aslında çok azının yani dışarı çıkabilen azınlığın işini görebiliyor. Yazıda “mız” kullandım zira yine yasaya göre ben de sakatlardan sayılırım.Ha hemen belirteyim ben “engelli” ya da “özürlü” tanımlamalarını tercih etmiyorum, kendi adıma “sakat” tanımlamasının daha sahici olduğunu düşünüyorum.

Neyse bir sakat olarak kendi tanıklığım üzerinden bitireyim bu yazıyı. Efendim bendeniz bir adet kalça protezi sahibiyim dolayısıyla da alaturka tuvalet kullanamıyorum. Ve bu durum resmen hayatımın kabusu olmuş durumda. Çalıştığım işyerinden tutun da gittiğim hiçbir restoranda, barda, yolculuk yaparken benzin istasyonlarında ve daha birçok yerde tuvaletler sakatlar düşünülerek yapılmadığından sürekli bir çiş tutma, altına işeme riski ile karşı karşıya kalıyorum.

Altıma işeme riskini göze alamadığım zamanlarda protezimin yerinden çıkmasını yeğleyip kullandığım olmuyor değil de protezim yerinden fırlasa sorumlusu kim olur onu bilemiyorum. Neyse efendim bu sakatlık konusunda diyecek o kadar çok şey var ki, eğitimden tutun da sağlığa kadar ben sadece ulaşım kısmına değindim. Ama illa değinilecek yer, tokatlanacak kısım, gözümüzün görüp beynimize haber verdiği de beynimizin görmezden geldiği o ıssızlık alanıdır.

Kendine müslümanlık, kendine cumhuriyetçilik, kendine sağlıklı yaşam, kendine güvenlik, kendine eş dost, sadece kendine yaşıyor olmanın yeşerdiği kıraç topraklardır kazılması gereken. Sadece diken yetiştiren, yetiştirdiği dikenleri de ilk önce kendi bağrına batıran ve bunu bilinç altından su yürüterek yapan ıssızlık alanı.

Zihninize su verin, o kadar çok su verin ki zihninize, ya kurumuş toprakları canlansın ve akıl yeşertsin ya da farkındalıksızlığın ayrık kökleri boğulup gitsin denizinizde. Ama bir şeyler yapın, gözlerinizi açın ve etrafınıza bakın. Yürüyemeyen, konuşamayan, göremeyen, duyamayan sakatların onda biri kadar özgür olmadığınızı görün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder